“Soytarılar Şenliği” ya da “Soytarılar Bayramı” kilisenin içinde doğup gelişmiş bir şenliktir. Aralık ayında yapılırdı bu şenlik. Kilisenin alt basamaklarındaki papazların basit bir eğlencesi olarak başlamıştır. On ikinci yüzyıla gelindiğinde tiyatro kiliseye iyice yerleşmişti. Kilisedeki oyunların çoğu ciddi ve tapınma ile ilgiliydi. Ancak daha sonra Noel üzerine yazılan bazı oyunlara soytarılık girmiştir. Genç papazlar kasabanın en aptal kişisini “Soytarılar Kralı” yerine “Soytarılar Piskoposu” seçiyorlardı. Daha da cüretkâr davranıp “Soytarılar Papası” dedikleri de olurdu. Genç papazlar kilisedeki yaşlı papazların düzenli ve katı kurallı kilise yaşamını alaya alırlardı.
Bu oyunlar eski pagan şenliklerini anımsatır. Soytarılar Şöleni şenliklerinde eğlendiriciler kilise çanlarını uygunsuz çalar, kilise içinde açık seçik şarkılar söyler, ahlak kurallarına uymayan danslar ederlerdi; sunağın önünde zar atarlar, kâğıt oynarlardı. Acayip kostümler ve maskeler kullanıp, sosisleri ve eski ayakkabıları buhurluk olarak kullanıp soytarılık yaparlardı.
Soytarı Şöleni’ni Soytarı Piskopos gözetir ve şenlik süresince kilise yetkeliğini üstlenirdi. Bu şenlikler komedyanın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Şenliklerde dinsel törenleri alaya alan, gülünçleştiren gösteriler düzenlenirdi. Soytarılar Şenliği oyunlarında bir eşek olurdu. Törenin sonunda papaz halka dönüp “İte, Missa est” yani “Ayin bitmiştir, gidin!” demek yerine anırmaktadır; halk da buna karşılık “Deo Gratias” yani “Tanrı’ya teşekkür” yerine üç kez “Hi-aa-hi-aa-hi-aa” diye bağırmaktadır!..
Bu oyunlar on altıncı yüzyıla kadar devam etmiştir. Kilise ileri gelenleri pek çok kez bunlara son vermeye çalışmışlar ancak başarılı olamamışlardır, çünkü hem halk ve hem de genç papazlar Soytarılar Bayramı’nı çok seviyorlardı. Kilise içindeki eşekli şenlikler, oyunlar Reformasyon’a dek sürmüştür.
Bu anlattığım konu bize sanatın toplumun en hassas konularına da el atıp eleştirel/komik/düşündürücü bir tavır takınmasının güzel örneklerinden biridir. Sanata sınır konulmamalıdır. Sanat burnunu her konuya, tabulara, geleneklere, dinsel alanlara sokmalıdır. Hayatı korkunç bir ciddiyet ve katı kurallar hapishanesine dönüştürmeye karşı sanat önemli bir karşı-güçtür.
Sanat sınırları sevmez; bir çemberin içine hapsedilmeye karşı isyan eder ve o çemberin dışına her türlü riski de göze alarak çıkar; çünkü bu onun doğasıdır!.. Sanatın bu doğasına saygı duyulmalı, hoşgörü gösterilmeli ve onun bu paha biçilmez özelliği takdir edilmelidir…
Mehmet Murat ildan
Yorum bırakın